İnsanoğlu var olduğu süreç içerisinde hep bir hasret çeker. Neyin hasreti bu, inanın ben de bilmiyorum. Sadece payıma düşen özlemek eylemini yüreğime bir tohum gibi ekip hasat vermesini, hasrete dönüşmesini bekliyorum. Zaten yaşamak da beklemekten geçmiyor mu? Dokuz ay anne karnında bekle, emeklemeyi bekle, yürümeyi, koşmayı, yazmayı, ocaktaki yemeğin pişmesini… İşte bu zaman göstergesi olan beklemek! Aslında beşeriyetin hasretini başlatan, beklemek! Her insanoğlunun hasret ile beklediği bir şeyler vardır. Her beşeri mahlukatın özlediği, hasretini çektiği bir şeyler…
Sizleri bilmem ama benim yüreğime ektiğim tohum çocukluğum. En çok o masum insanı özlüyorum. Zaten dünya üzerinde en masum ve saf olan şey de çocukluk değil midir? İşte benim yüreğim asla gelmeyecek bir hasretin derinliğinde boğuluyor. Kim aynı kalabilir ki şu kötü olan dünyanın içerisinde? Şu mahlukat aynı kalsın. İşte bu dünyanın kötü kıldığı varlığım içimdeki o masum çocuğu özlüyor, en çok onun hasretini çekiyor. Dönüp bana soracak olursanız: “Ne kadar özlüyorsun o masum çocuğu?” diye. Bir çocuk masumiyeti ile kollarımı size açar ve “İşte bu kadar.” derim. Peki ya ne oluyor da insanoğlu büyüdükçe bu kadar kötüleşiyor, bu kadar derin bir hasrette boğuluyor? İnanın, bu aciz bedenim ve fikirlerim ile bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Bilmemekten de sürekli payıma düşen sızıya ev sahipliği yapıyorum. Dünya denilen bu pis, medeni yer bir bataklık misali insanı içine, kötülüğe batırdıkça batırıyor. Ben ise yüreğimdeki tohum, yani hasretim ile bu bataklık olan dünyada nilüfer yetiştirmeye çabalıyorum. Hani diyorum ya büyüdükçe bizlere ne oluyor diye. Galiba Sabahattin Ali, “İçimizdeki Şeytan” kitabında diyor ya: “Her insanın içerisinde uyandırılmayı bekleyen bir şeytan (kötülük) vardır.” diye. Belki de bizler büyüdükçe bu şeytanı, içimizde hep var olan bu kötülüğü uyandırıyoruz. İşte yine bilmemek ve payıma düşen sızıdan nasibimi alıyorum.
Yazımın başında diyorum ya sizlerin hasretini bilmiyorum diye… Hadi hep birlikte benim gibi yüreğimize çocukluğumuzun hasretini ekelim. Belki bir gün filizleniriz, çiçek açarız, daha güzel, daha yaşanılabilir, daha ılımlı bir dünyaya uyanırız. Hatta ve hatta bu bataklıktan kurtulur ve bu dünya denilen illet yeri bir kır bahçesine çeviririz. İşte oraya da en güzel papatyaları, gülleri, zambakları, karanfilleri… ekeriz. Burnumuzun derinliğinde bu bahçenin mis kokusunu hissetmemiz ve koca bir özlem ile sarılmanız dileği ile…
Çocuk kalın, esen kalın.
Daha fazla edebiyat yazıları için kişisel blogumu takipte kalınız.
1 views
0 yorum